Ahmet Yıldızhan (d. 1956) Türk hekim, beyin omurilik sinir cerrahı, düşünür.
Samsun’da dünyaya geldi. Bursa’da tamamladığı ilk ve orta öğreniminin ardından imtihanla girdiği Kuleli Askerî Lisesi’nden okul birincisi olarak mezun oldu. Harbiye yerine tıbbiyeyi tercih ederek Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kaydoldu. Buradan mezun olduktan sonra Gülhane Askeri Tıp Akademisi bünyesinde Nöroşirürji Uzmanı olarak askerlik görevini yaptı. Amerika Birleşik Devletleri’ne giderek Harvard Üniversitesi’nde postgraduate (mezuniyet sonrası) eğitim gördü. Yaptığı ilmî çalışmalar ABD’de yayınlanan klasik tıp kitaplarında referans olarak yer aldı. AANS Amerikan Beyin Omurilik Sinir Cerrahları Birliği (American Association of Neurological Surgeons)’ne üye seçildi. Amerikan Biyografi Enstitüsü (American Biographical Institute) tarafından kendisine “Genius” yani “Dahi” madalyası verildi ve Yirmi Birinci Asrın Büyük Akılları (Great Minds of the 21st Century) arasında gösterildi. Ayrıca Uluslararası Biyografi Merkezi (International Biographical Centre, Cambridge) tarafından Yirmi Birinci Asrın Seçkin 2000 Aydını (Outstanding Intellectuals of the 21st Century) arasına dahil edildi. Hâlen Türkiye’de çalışmakta olup adı dünyanın en iyi 100 doktoru arasında zikredilmektedir. “Kültür Dünyası”, “İnsan Adına”, “Sağlığınız” ve Eğitim Bilim” dergilerini yayımladı. International Fellow of the American Association of Neurological Surgeons (IFAANS) ve Founding Member of the Cambridge Order of Esteemed Intellectuals (Cambridge’in Saygın Entelektüelleri Sınıfı’nın Kurucu Üyesi) ünvanlarına da sahiptir. “Öğreti” (THE TEACHING OF YILDIZHAN) kendisi tarafından kaleme alınmaktadır. İngiltere’den profesör ünvanı da verildi.
Türkiye’nin Göğsünü Kabartan Doktor
International Biographical Centre, Cambridge (IBC) araştırma, izleme ve editöryel bölümleri her yıl dünyanın dört bir yanındaki yüz binlerce doktoru ve çalışmalarını ayrıntılı ve titiz bir şekilde değerlendirerek dünyanın en iyi 100 doktorunu “IBC TOP 100 HEALTH PROFESSIONALS” adı altında seçmekte, ödül komitesi tarafından ödüllendirmekte ve tüm dünyaya duyurmaktadır. IBC tarafından 2014 yılında tüm dünyada “En İyi 100” yani “TOP 100” doktor arasında Türkiye’den Doç. Dr. Ahmet Yıldızhan gösterildi.
O sıradan bir doktor değil. Aynı zamanda dünyadaki güzelliklerin ve iyiliklerin artmasına katkıda bulunan insanlardan birisi. İnsanlık böyle örnek bireylerin sayesinde yavaş da olsa sürekli iyiye doğru gitmektedir.
Ahmet Yıldızhan öylesine alçakgönüllüdür ki , Amerika’dan kendisine “Genius” yani “Dahi” madalyası verilmiş, sanki bu çok sıradan bir olaymış gibi hiç kimseye bundan bahsetmemiştir. Günlük yaşantısındaki mütevazı, dürüst, adil ve cömert davranışları karşısında hastalarının ve diğer insanların zaman zaman ağızları açık kalmıştır. Mesleğinde dünyanın en iyilerinden birisi olmasına karşılık bu tür başarılarla yetinerek pasifleşmemiş; Afrika’daki insanların temiz suya kavuşabilmeleri, çevrenin korunması, engelliler için daha mutlu ve kolay yaşanılabilir bir dünya oluşturulması, öğrenciler başta olmak üzere insanların ekonomik durumları gibi pek çok konu kendisini yakından ilgilendirmiştir.
Çok okudu, çok yazdı. Çıkardığı Eğitim Bilim dergisi uzun yıllar hizmet etti. Daima hakkı, doğruyu ve güzeli savundu. Evrensel değerlere önem verdi. Yazdığı kitaplar ve makalelerde küresel problemlerin nasıl çözülebileceğini anlattı. Mutluluk gibi çok hassas ve soyut bir kavramı, matematik gibi sayısal alandaki bir denklemle, somut şekilde ifade etti. Yani mutluluğun denklemini buldu.
Uzman doktor olduktan sonra gittiği Harvard Üniversitesi’nde “postgraduate” eğitim gördü. Özellikle bel fıtığı konusunda yaptığı bilimsel çalışmalar Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlanan klasik ders kitaplarında ve dünyadaki çeşitli dergilerde referans olarak yer aldı. Yazdığı “Bel Fıtığı ve Korunma Yolları” isimli kitabın İngilizce baskısı yapıldı. Bu kitabın içeriği internet ortamında yayınlandı ve özellikle “Bel Sağlığı İçin 100 Tavsiye” bölümü nedeniyle kıtalararası teşekkürler aldı. Yurtiçi ve yurtdışından gelen binlerce hastayı ameliyat etti. Hastalarından ve garibanlardan çok hayırdualar aldı. Bel fıtığı ameliyatlarında uygulanan mikroteknik ve mikroendoskopik tekniğin ülkemizde öncülüğünü yaptı. Ayrıca dar omurga kanalı hastalığında uygulanan yeni ve çok önemli bir teknik olan ”Mikroteknikle İnternal Dekompresyon” yönteminin halen dünyadaki öncülüğünü yapanlardandır.
Sonunda dünya bütün bu çalışmalar karşısında sessiz kalmadı. American Association of Neurological Surgeons üyesi olan Doç. Dr. Ahmet Yıldızhan , American Biographical Institute tarafından Great Minds of the 21st Century (Yirmibirinci Yüzyılın Büyük Akılları) arasında gösterildi. International Biographical Centre, Cambridge tarafından ise 2000 Outstanding Intellectuals of the 21st Century ( Yirmibirinci Yüzyılın 2000 Önemli Entelektüeli) ve Outstanding Scientist of the 21st Century ( Yirmibirinci Yüzyılın Önemli Bilim Adamları) arasına dahil edildi.
2014 yılına gelindiğinde ise kendisi International Biographical Centre, Cambridge tarafından ” Dünyanın En İyi 100 (TOP 100) Doktoru” arasında gösterildi ve Ahmet Yıldızhan’a aynı merkez tarafından profesör ünvanı da verildi. Bu, hem doktorumuz hem de ülkemiz için büyük bir onurdur.
On yıldır yanında çalışan asistanının Ahmet Yıldızhan hakkındaki izlenimleri ise şöyle:
Günlük yaşantısında “mükemmel saflık” denebilecek derecede dürüsttür. Ne söz verdiyse kesinlikle geciktirmeden yerine getirir. Şaşırtıcı derecede alçakgönüllüdür. Az ve öz konuşur, daha çok düşünür. Kibardır, konuşurken emir kipini kullanmaz. Bu güne kadar ağzından ne kötü bir söz işittim, ne de birisini kötülediğini duydum. O kadar pozitif bir insandır ki en kötü olayda bile olumlu bir yön bulabilir. İşinde çok titizdir. Hastalarına kusursuz hizmet vermeye çalışır. Diğer insanları ve garibanları, hatta diğer mahlukatı da mutlu etmek için elinden geleni yapar. Aşırı derecede cömerttir. Dünya malına önem vermez. Muayenehanede, hastalarına verdiği titiz ve gayretli hizmetin haricinde onu ya kitap okurken görürüm ya da ibadet ederken.
Yalnızca Türkiye için değil tüm dünya için önemli bir değer ifade eden bu kıymetli bilim insanıyla yaptığımız röportajı sizlere takdim ediyoruz:
-Medikaltürk Dergisi: Türkiye’nin göğsünü kabartan bir ödül aldınız. Öncelikle tebrik eder, bu büyük başarıdan dolayı sizi kutlarız. Bu ödülün sağlık dünyasındaki ehemmiyeti malumumuz. Dünyadaki ilk 100 doktor arasında olmak ve İngiltere’den profesör unvanı ile onurlandırılmak sizde nasıl duygular doğurdu?
–Ahmet Yıldızhan: Öncelikle Rabb’ime şükrediyorum. Ülkemizde ve dünyada bu makamlara ve unvanlara layık daha nice doktorların olduğunu biliyorum. Eğer ortada bir başarı varsa bunu yetişmemde emeği geçen başta sevgili annem ve babam olmak üzere tüm hocalarıma, öğretmenlerime ve mesai arkadaşlarıma armağan ediyorum. Doktorluk fedakarlık gerektiren bir meslektir. Bana rahat çalışma ortamı sağlamak için bedel ödeyen fedakar eşime, sevgili evlatlarıma ve beni sürekli teşvik eden değerli insanlarımıza şükranlarımı sunuyorum.
-Medikaltürk Dergisi: Türkiye’de sağlık dünyasında bu ödülün Türk Doktorlarımız açısından da büyük bir moral olduğunu düşünüyoruz. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
–Ahmet Yıldızhan: Zaten dünya çapında değerli çok doktorumuz var. Onların kıymetini bilmeli ve el üstünde tutmalıyız. Her alanda insanlarımıza yeterli imkan sağlanırsa, uluslararası planda çok daha iyi yerlere geleceklerdir. Ülkemizde tıp son yıllarda önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Tedavi olmak amacıyla dış ülkelerden yurdumuza çok miktarda hastanın gelmesi ve artan uluslararası yayın sayısı bunun birer göstergesidir.
-Medikaltürk Dergisi: Tarihe bakınca da bu coğrafyada çok kıymetli doktorların yetiştiğini görüyoruz, öyle değil mi?
–Ahmet Yıldızhan: Evet, bu coğrafya ve burada ortaya çıkan medeniyet iklimleri çok önemli doktorlar yetiştirmiştir. İbn-i Sina komşu coğrafyada dünyaya gelse de sonuçta bizim medeniyet beşiğimizin yetiştirerek insanlığa hediye ettiği yüce bir şahsiyettir. Ünlü hekim Şerefeddin Sabuncuoğlu Amasya’lıdır. Tıbbın babası olarak anılan Hipokrat’ın doğduğu yer Kos Adası’dır ve bu ada Bodrum Yarımadası’nın hemen karşısındadır. Yani Hipokrat bizlerin hemşehrisi sayılır. Galen zaten Bergama’lıdır. Kendilerine minnet borçlu bulunduğumuz, insanlığın ortak değerleri olan bu örnekleri çoğaltabiliriz. Ancak tüm yeryüzünde fedakarca hizmet eden ve isimleri bir yerlere kazınmamış daha binlerce doktorun olduğunu da unutmamalıyız. Onları da burada minnet ve şükranla analım. Selam olsun o isimsiz kahramanlara.
-Medikaltürk Dergisi: Alanında dünyanın en prestijli kuruluşu olarak bilinen Cambridge’deki “International Biographical Centre” (IBC) tarafından 2014 yılı sağlık alanında tüm dünyada en başarılı 100 sağlık profesyoneli arasında gösterildiniz. Bu ödülü verirken kriter nedir?
–Ahmet Yıldızhan: Sizin de buyurduğunuz gibi bu kuruluş, alanında dünyanın en prestijli kurumu. Bunlar köklü gelenekleri olan saygın kurumlar. Herhalde çok ciddi kriterleri vardır diye düşünüyorum.
-Medikaltürk Dergisi: Bel fıtığı ve dar kanal hastalıkları denince ülkemizde ve dünyada akla ilk gelen doktorlardansınız. Dar kanal nedir bize anlatır mısınız?
–Ahmet Yıldızhan: Dar omurga kanalı diğer ismiyle spinal stenoz omurgamıza ait bir rahatsızlıktır. İçinden omurilik ve sinirlerin geçtiği omurga kanalı üst üste dizilmiş kemiklerden oluşan, ince, uzun, kıvrımlı bir borudur. Belirli bir çapı olan bu kanalın genişliği azalırsa, daralmış olan kanal, içinden geçmekte olan sinirleri kolayca sıkıştırmaktadır. Neticede bel ve bacaklarda ağrı, uyuşma, huzursuzluk, karıncalanma, yürüme bozukluğu, yürürken bir süre sonra mecburi oturma, yürüme mesafesinin giderek kısalması, sık idrar yapma, idrar ve büyük abdest kontrolünün bozulması, bacaklarda güçsüzlük, cinsel fonksiyonların olumsuz etkilenmesi gibi belirtiler ortaya çıkabilmektedir. Boyun bölgesindeki dar kanal ise kolları da etkisi altına almaktadır.
-Medikaltürk Dergisi: Dar kanal hastalığının teşhisi kolay mıdır?
-Ahmet Yıldızhan: Dar omurga kanalı teşhisinin doğru olarak konması tecrübe gerektirir. Hastanın tetkikleri titiz bir şekilde değerlendirilirken sadece omurilik kanalının çapları değil aynı zamanda “efektif kanal alanı” da göz önünde bulundurulmalıdır. Kanal ile ilişkili, kanalı daraltan kalınlaşmış ve sertleşmiş bağ dokuları daima dikkate alınmalıdır. Bazen de lateral reses dediğimiz yandaki anatomik yapılar daralarak sinir elemanlarını sıkıştırabilir. Teşhis ve tedavide bu husus gözden kaçırılmamalıdır.
-Medikaltürk Dergisi: Dar kanal ameliyatlarında uygulanan klasik cerrahiye karşılık siz ülkemizde ve dünyada yeni bir tekniğin öncülüğünü yapıyorsunuz. Mikroteknikle İnternal Dekompresyon denilen bu tekniğin avantajları nelerdir?
-Ahmet Yıldızhan: Bu yöntemde omurilik kanalının iç kısmına mikroteknikle girilerek kanal içeriden genişletilmektedir. Böylece anatomik yapı mümkün mertebe korunmaktadır. Stabilizasyonu sağlayan anatomik yapı korunduğu için stabil kalmış olan bu hastalara ayrıca vida ve benzeri tarzda enstrümanları takmak gerekmemektedir. Sonuçta hastalara yabancı cisim konmamış olması büyük bir avantaj teşkil etmektedir. Özellikle ileri yaştaki hastalar için bu önemli bir kazanım olmaktadır.
-Medikaltürk Dergisi: Muayenehanenizin girişindeki salonda “Ekonomik durumu iyi olmayan hastaların bunu bize bildirmeleri rica olunur” diye yazıyor. Bunu neden yazdınız?
-Ahmet Yıldızhan: Bu meslek insanları sevmeden yapılabilecek bir iş değil. Bir doktor her şeyden önce insanları sevmeli. Rıza-ı İlahi’yi gözetmeli. Ben insanları hem severim, hem de kutsal bilirim. Ameliyatlarımı da bu duygu içinde yaparım. Ayrıca rahmetli annemin vasiyeti de bu doğrultudaydı.
-Medikaltürk Dergisi: Redhouse İngilizce-Türkçe sözlüğünde “Professor” kelimesinin Türkçe karşılığı “Ordinaryüs Profesör” olarak verilmiş. Size verilen madalyada da “Professor Ahmet Yildizhan” yazıyor. Size bu profesörlük unvanı dünyanın en itibarlı kurumlarından biri tarafından veriliyor ve madalyanın kutusunda ise “Majeste Kraliçe Hazretleri’nin Himayesiyle” ibaresi var. 2014 yılında “Dünyanın En İyi 100 Doktoru” arasına girdiğinizi ve önceki senelerde de uluslararası çok ciddi kurumlar tarafından “Yirmibirinci Yüzyılın Büyük Akılları” ve “Yirmibirinci Yüzyılın Önemli Bilim Adamları” arasına dahil edildiğinizi göz önüne alarak size “Ordinaryüs Profesör Ahmet Yıldızhan” diyebilir miyiz?
–Ahmet Yıldızhan: Bildiğim kadarıyla şu anda böyle bir unvan resmi olarak kullanımda değil. Bu nedenle bunu konuşmamızın anlamı da yok.
-Medikaltürk Dergisi: İnsanlar sizi yeni yetişen gençlere ve kendi evlatlarına örnek bir şahsiyet olarak gösteriyorlar. Bu noktada sizin gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
-Ahmet Yıldızhan: Aklınızı rehber edinin. Yeterince akıllı olan her insan sever, verir ve erdemli olur; doğruyu görür, kendini bilir, gerçeği bulur. “Sevin, verin ve erdemli olun (Love, be giving and be virtuous)” üçlüsüyle formüle ettiğim düstur hem günümüzde hem de önümüzdeki bin yıllarda daha mutlu bir dünya, daha yaşanabilir bir evren oluşturabilmemizin formülüdür. Bu formülü tüm insanlık olarak benimsemeli, eğitimde önemle yer vermeli ve genetik kodlarımıza kazımalıyız. “İdeal toplum” bu şekilde inşa edilecektir. Erdemli kişi hangi işi yaparsa yapsın elinden gelenin en iyisini ortaya koymaya çalışır. “Erdemli olmak” kavramının içerisinde “adil olmak” da vardır. Adalet öylesine önemlidir ki, siz bir toplumdan bütün değerleri tek tek çekip alsanız ve geride sadece adalet kalsa, belki o toplum varlığını sürdürebilir. Ama adalet kalmazsa o toplum çöker. Unutmayın ki adalet evrensel değerlerdendir ve er geç yerini bulur. Aslında, iyilik eden de kötülük eden de kendine eder.
-Medikaltürk Dergisi: Önemli ünvanların sahibisiniz. Bulunduğunuz yerden bakınca şanı, şöhreti, malı, mülkü ve parayı nasıl görüyorsunuz?
-Ahmet Yıldızhan: Yıllar öncesinden beridir dünyanın çok ameliyat yapan doktorlarından birisi olarak bilinmeme rağmen, halen dört evladımın tahsili ve evimi geçindirebilmek için bazı geceler geç saatlere kadar çalışırım. Çevreci ve ekonomik olduğu için küçük bir hybrid araca binerim. Ama bana “şu dünyadaki en zengin kişi kimdir?” diye sorsanız, “benim” derim. Çünkü ben yoktum Rabb’im var etti; bilinç, akıl, sağlık verdi ve bu dünyada bir faniye nasip olabilecek bütün nimetlerden tattırdı. Şükrederim ve yetinmesini bilirim. Zaten sahip olmak diye bir şey yok. Her şey O’nun. Veren de O, alan da O. Yapan da O, eden de O. Hatta O’ndan başka bir şey de yok. Tek mevcut O…
Ahmet Yıldızhan Dünyanın En İyi 100 Doktoru Arasında!
IBC tarafından 2014 yılında tüm dünyada “En İyi 100” yani “TOP 100” doktor arasında Türkiye’den Doç. Dr. Ahmet Yıldızhan gösterildi.
Ahmet Yıldızhan dünyanın en iyi 100 doktoru arasında! International Biographical Centre, Cambridge (IBC) dünyanın en köklü ve saygın kurumlarından birisidir. IBC araştırma, izleme ve editöryel bölümleri her yıl dünyanın dört bir yanındaki yüz binlerce doktoru ve çalışmalarını ayrıntılı ve titiz bir şekilde değerlendirerek dünyanın en iyi 100 doktorunu “IBC TOP 100 HEALTH PROFESSIONALS” adı altında seçmekte, ödül komitesi tarafından ödüllendirmekte ve tüm dünyaya duyurmaktadır.
Ahmet Yıldızhan uzman doktor olduktan sonra gittiği Harvard Üniversitesi’nde “postgraduate” eğitim gördü. Yaptığı bilimsel çalışmalar Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlanan klasik ders kitaplarında ve dünyadaki çeşitli dergilerde referans olarak yer aldı. Yazdığı “Bel Fıtığı ve Korunma Yolları” isimli kitabın İngilizce baskısı da yapıldı.
American Association of Neurological Surgeons üyesi olan Doç. Dr. Ahmet Yıldızhan’a önceki senelerde American Biographical Institute tarafından “Genius” yani “Dahi” madalyası verildi ve aynı merkez tarafından Great Minds of the 21st Century (Yirmibirinci Yüzyılın Büyük Akılları) arasında gösterildi. International Biographical Centre, Cambridge tarafından ise 2000 Outstanding Intellectuals of the 21st Century (Yirmibirinci Yüzyılın 2000 Önemli Entelektüeli) ve Outstanding Scientist of the 21st Century (Yirmibirinci Yüzyılın Önemli Bilim Adamları) arasına dahil edildi.
2014 yılına gelindiğinde ise kendisi International Biographical Centre, Cambridge tarafından “Dünyanın En İyi 100 (TOP 100) Doktoru” arasında gösterildi ve Ahmet Yıldızhan’a aynı merkez tarafından profesör ünvanı da verildi. Bu, hem doktorumuz hem de ülkemiz için büyük bir onurdur.
Ahmet Yıldızhan sadece tıpta değil, tıp dışı alanlarda da ileri sürdüğü yeni ve orijinal fikirlerle dikkati çekti. Mutluluk gibi çok hassas ve soyut bir kavramı, matematik gibi sayısal alandaki bir denklemle, somut şekilde ifade etti.
Ahmet Yıldızhan akla vurgu yaptıktan sonra tüm insanlığa seslenerek şöyle diyor:
“Sevin, verin ve erdemli olun.” Hangi dinden, mezhepten veya felsefi görüşten olursanız olun; sevin, verin ve erdemli olun. Bu üç kavramla formüle ettiğim düstur çok önemlidir. Günümüzde de önümüzdeki bin yıllarda da kurtuluşumuz bu formüldedir. Daha mutlu bir dünya, daha yaşanabilir bir evren oluşturabilmemizin formülü budur.
Bu formülü tüm insanlık olarak benimsemeli, eğitimde önemle yer vermeli ve genetik kodlarımıza kazımalıyız. “İdeal toplum” bu şekilde inşa edilecektir. “Erdemli olmak” kavramının içerisinde “adil olmak” da vardır. Evrensel değerlerden olan adalet öylesine önemlidir ki, siz bir toplumdan bütün değerleri tek tek çekip alsanız ve geride sadece adalet kalsa, belki o toplum varlığını sürdürebilir. Ama adalet kalmazsa o toplum çöker. Aslında, iyilik eden de kötülük eden de kendine eder.
Ahmet Yıldızhan Dünyanın En İyi 100 Doktoru Arasında
International Biographical Centre, Cambridge (IBC) tarafından 2014 yılında tüm dünyada “En İyi 100” yani “TOP 100” doktor arasında Türkiye’den Doç. Dr. Ahmet Yıldızhan gösterildi.
Ahmet Yıldızhan uzman doktor olduktan sonra gittiği Harvard Üniversitesi’nde “postgraduate” eğitim gördü. Yaptığı bilimsel çalışmalar Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlanan klasik ders kitaplarında ve dünyadaki çeşitli dergilerde referans olarak yer aldı. Yazdığı “Bel Fıtığı ve Korunma Yolları” isimli kitabın İngilizce baskısı da yapıldı.
American Association of Neurological Surgeons üyesi olan Doç. Dr. Ahmet Yıldızhan’a önceki senelerde American Biographical Institute tarafından “Genius” yani “Dahi” madalyası verildi ve aynı merkez tarafından Great Minds of the 21st Century (Yirmibirinci Yüzyılın Büyük Akılları) arasında gösterildi. International Biographical Centre, Cambridge tarafından ise 2000 Outstanding Intellectuals of the 21st Century (Yirmibirinci Yüzyılın 2000 Önemli Entelektüeli) ve Outstanding Scientist of the 21st Century (Yirmibirinci Yüzyılın Önemli Bilim Adamları) arasına dahil edildi.
2014 yılına gelindiğinde ise kendisi International Biographical Centre, Cambridge tarafından “Dünyanın En İyi 100 (TOP 100) Doktoru” arasında gösterildi ve Ahmet Yıldızhan’a aynı merkez tarafından profesör unvanı da verildi.
Ahmet Yıldızhan sadece tıpta değil, tıp dışı alanlarda da ileri sürdüğü yeni ve orijinal fikirlerle dikkati çekti. Mutluluk gibi çok hassas ve soyut bir kavramı, matematik gibi sayısal alandaki bir denklemle, somut şekilde ifade etti.
Yıldızhan akla vurgu yaptıktan sonra tüm insanlığa seslenerek şöyle diyor:
“Sevin, verin ve erdemli olun.” Hangi dinden, mezhepten veya felsefi görüşten olursanız olun; Sevin, verin ve erdemli olun. Bu üç kelimeyle formüle ettiğim düstur çok önemlidir. Günümüzde de önümüzdeki bin yıllarda da kurtuluşumuz bu formüldedir. Daha mutlu bir dünya, daha yaşanabilir bir evren oluşturabilmemizin formülü budur. Bu formülü tüm insanlık olarak benimsemeli, eğitimde önemle yer vermeli ve genetik kodlarımıza kazımalıyız. ‘İdeal toplum’ bu şekilde inşa edilecektir. ‘Erdemli olmak’ kavramının içerisinde ‘adil olmak’ da vardır. Evrensel değerlerden olan adalet öylesine önemlidir ki, siz bir toplumdan bütün değerleri tek tek çekip alsanız ve geride sadece adalet kalsa, belki o toplum varlığını sürdürebilir. Ama adalet kalmazsa o toplum çöker. Aslında, iyilik eden de kötülük eden de kendine eder.
‘Tıbbın Ordinaryüsü’ Ahmet Yıldızhan…
İngiltere’deki International Biographical Centre (IBC), Cambridge dünyanın en saygın kurumlarından biri. IBC her yıl mevcut komiteleriyle uluslararası çapta doktorları izliyor, değerlendiriyor ve aralarından en iyi 100 (TOP 100) doktoru seçerek ödüllendirip dünyaya duyuruyor. Bu köklü kuruluş 2014’te dünyanın en iyi 100 doktoru arasına Türkiye’den Doç.Dr. Ahmet Yıldızhan’ı aldı, madalya verdi ve ‘profesör’ unvanıyla onurlandırdı. Bu ülkemiz için de bir onurdur…
Aslında o küçük bir çocukken kendini belli etmişti. İlkokula başladığı yıllarda mahalledeki bir esnaf ile müşterisi ellerinde kağıt kalem satılan odunların ücretini hesaplamaya çalışıyordu. Oradan geçerken kulak misafiri olan minik Ahmet uzaktan bir iki saniye içinde onlara sonucu söyleyince hayretler içinde donakaldılar.
Zorlu sınavlardan geçilerek girilen Kuleli Askeri Lisesi’ni birincilikle bitirmesine rağmen sonrasında Tıp Fakültesi’ni tercih etti. Yıllar sonra general rütbesine yükselmiş bir devre arkadaşı bu olay üzerine “Ordumuz çok değerli bir generali kaybetti fakat dünya çok değerli bir bilim insanını kazandı.” dedi.
Amerika kendisine ödül olarak ‘Genius’ yani ‘dahi’ madalyası verdi. O bunu sessizce geçiştirerek sakin şekilde yaşantısını sürdürdü. ‘Uzman Doktor’ olduktan sonra gittiği Harvard Üniversitesi’nde ‘postgraduate’ (mezuniyet sonrası) eğitimi gördü.
Amerikan Beyin Sinir Cerrahları Birliği’nin üyesi olan Yıldızhan, American Biographical Institute tarafından ’21. Yüzyılın Büyük Akılları’ arasında gösterildi. Ayrıca IBC, Cambridge ’21. Yüzyılın 2000 Önemli Entelektüeli’ ve ’21. Yüzyılın Önemli Bilim Adamları’ arasına dahil etti.
Mutluluk gibi soyut bir kavramı matematiksel somut denklemlerle ifade etmesi dünyada bir ilkti. Akla vurgu yaptıktan sonra ‘Sevin, verin ve erdemli olun’ tarzında bir söylem geliştirmesini ve bunu insanlığı kurtaracak bir formül olarak takdim etmesini önemsiyorum.
Yıldızhan’ın formüle ettiği 3 kavramlık düstur insanlığa yeni bir açılım sağlayacak değerdedir. O burada tüm insanlığa sesleniyor: “Hangi dinden, mezhepten veya felsefi görüşten olursanız olun sevin, verin ve erdemli olun; günümüzde de, gelecek binyıllarda da kurtuluşumuz bu formüldedir” diyor. Bu fikrine de çok değer veriyorum.
Ödül madalyasının arkasında ‘Professor Ahmet Yildizhan’ ibaresi var. Redhouse Sözlüğü’nde ‘professor’ kelimesinin Türkçe karşılığı olarak ‘ordinaryüs profesör’ yazıyor. Yani İngilizler, Yıldızhan’a aslında ‘Ordinaryüs Profesör Ahmet Yıldızhan’ demiş oluyor. Bu evrensel bir onurdur ve kıymetini bilmek hepimizin boynunun borcudur.
Bir zamanların efsane golcüsü milli futbolcu Lefter’e ‘Futbolun Ordinaryüsü’ deniyordu. Ben de Yıldızhan için ‘Tıbbın Ordinaryüsü’ diyebilirim.
Yıldızhan’a, Türkiye’de ‘doçent’, İngiltere’de ‘profesör’ (Redhouse’a göre ordinaryüs profesör) unvanı verilmiş olsa da o benim gözümde ve zihnimde Ord.Prof. Ahmet Yıldızhan’dır. Başka bir unvan olsaydı onu da gönül rahatlığıyla verirdim.
Yıldızhan’ın şahsında Doğu’nun felsefi derinliği ile Batı’nın sıkı bilim insanlığının buluştuğunu ve bunun giderek derinleştiğini görüyorum. Kozasını sessiz ve derinden örüyor. Gösterişsiz, riyasız. Bir bilge edasıyla… Bilgeler fikirleriyle sadece ülkelerini değil, tüm dünyayı ve evreni değiştirebilir. O yüzden Ord. Prof. Yıldızhan’ı tanıyalım, anlayalım, dikkat edelim, başarılarını alkışlayalım. Her ne kadar kendisi başarılar karşısında kendi iç evrenine çekilip tefekküre devam etse de ülke olarak bu pırıltılara ihtiyacımız var…
Şair ve Yazar Özcan Ünlü’nün Makalesi Vahdet Gazetesi
Doç. Dr. Yıldızhan, Harari’nin ‘Homo Deus’ Kitabındaki Üç Sorusuna Cevap Verdi
Düşünür ve Doç. Dr. Ahmet Yıldızhan, yazar ve tarihçi Yuval Noah Harari’nin ’Homo Deus’ kitabının sonunda yazılan ve insanlığı ilgilendiren önemli üç soruya cevap verdi.
’Homo Deus’ kitabının yazarı ve tarihçi Yuval Noah Harari’nin bazı fikirlerine katılmadığını ve kendisini ’Öğreti’yi benimsemeye davet ettiğini belirten Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Yıldızhan, kitabın sonunda yazılan ve insanlığı ilgilendiren önemli üç soruya cevap verdi. Doç. Dr. Yıldızhan, şu soruların cevabını verdi: Organizmalar birer algoritmadan, yaşam da veri işlemeden mi ibarettir? Zeka mı daha değerlidir yoksa bilinç mi? Bilinci olmayan ama yüksek zekalı algoritmalar bizi bizden daha iyi bilecek duruma geldiğinde toplum, siyaset ve gündelik hayat ne olacak, neye benzeyecek?
“Beyin aslında ruhun elinde bir enstrümandır”
Organizmaların yapısında o organizmaya hizmet eden algoritmalar olduğunu, fakat organizmaların yalnızca algoritmadan ibaret olmadığını söyleyen Ahmet Yıldızhan, “Mesela insan organizmasında ruh da bulunur. Ruhun; bilinç, zeka, akıl, irade ve nefis gibi fonksiyonları vardır. Beyin, sinir telleri aracılığıyla vücudun her organına ve en uç noktasına kadar uzanır; algoritmaları da kullanarak fonksiyonlarını icra eder. Tam bir patrondur. Ancak muhteşem beyin aslında ruhun elinde bir enstrümandır. Yani patron olan beynin de aslında bir patronu vardır ve o gerçek patron ruhtur. Dolayısıyla bilinç, zeka, akıl, irade ve nefis sonuçta ruhun fonksiyonlarıdır. Zihin ise bunların birlikteliğinden oluşan çoklu bir fonksiyondur. Ruh, beyin denen şahane enstrümanı kullanarak organizmanın varlığını devam ettirir, rutin işlerini yaptırır. Akıl, ruhun fonksiyonudur. Zeka ise öncelikle beynin fonksiyonudur. Beyin ruhun elinde bir enstrüman olduğuna göre zeka da dolaylı olarak ruhun bir fonksiyonudur. Yaşam boyunca hem organizmanın kendi içinde hem de dışarıda, sürekli veriler işlenir. Ama yaşam da sadece veri işlemeden ibaret değildir” ifadelerini kullandı.
“Bir varlık için en değerli şey bilinçtir”
Zekaya göre bilincin daha değerli olduğunun altını çizen Ahmet Yıldızhan, “Bir varlık için en değerli şey bilinçtir. Çünkü bir varlık ancak bilinciyle kendi varlığını ve çevresini, evreni, evren ötesini algılayabilir. Bilinçsiz bir varlık için hem kendisi hem de çevresi adeta yok hükmündedir. ’Ben varım’ diyebilmek için öncelikle bir bilinç gereklidir. Bir insan veya varlık için en önemli şey öncelikle var olabilmektir. Var olduğumuzu ise ancak bilincimizle anlıyoruz. Varlığımız bizim için anlam kazanıyor. Öyleyse bilinç bize bahşedilen en önemli, en değerli nimettir. Akıl ve zeka farklı şeylerdir. Çeşitli şubeleriyle zeka beynin bir fonksiyonudur ve çok zeki bir kişi aynı zamanda akılsızca işler de yapabilir. İleri derecede zeki birisi çok yararlı buluşlar yapabileceği gibi yeterince akıllı değilse maalesef soygun da yapabilir, nükleer bomba da üretebilir. Fakat akıllı insan ortaya koyduğu eylemlerde hem kendisinin hem de diğer varlıkların yararını gözetir. Akıllı kişi beynin bir fonksiyonu olan zekayı kullanarak gezegenimizi tehdit eden silahları üretmez. Çevresindeki varlıkları da korur, onlara zarar vermez. Zeki insan ateist olabilir ama akıllı insan ateist olmaz. Aklını rehber edinmiş kişi er veya geç Allah’ı bulur” şeklinde konuştu.
İnsana hizmet eden robotlar, yapay zekalar ve algoritmaların yüksek zekalı olmaları insanoğlu için iyi olduğunu ifade eden Ahmet Yıldızhan, “Çünkü onların zekaları yükseldikçe hizmet ettikleri alanlar ve hizmet kapasiteleri artar. İnsanın kanındaki ve vücudundaki sağlığıyla ilgili çeşitli değerlerin bilinmesi ve bunların bir sisteme kaydedilmesi sonuçta o kişinin aldığı sağlık hizmetinin kalitesini artırır. Yeter ki insanlar ve robotlar ’50 Erdem’e sahip olsunlar. İnsanoğlu ’Öğreti’nin ışığı altında yoluna devam ettiği müddetçe, insanın izin verdiği oranda iradeye sahip yüksek zekalı algoritmalar, bizi bizden daha iyi bilecek duruma gelseler bile daima programlandıkları şekilde, ’Öğreti Ahlakı’ ile hizmet edeceklerdir. Sonuçta toplum, siyaset ve gündelik hayat ’50 Erdem’e sahip bireylerden oluşan ’İdeal Toplum’ doğrultusunda şekillenecek, yeryüzü cennete dönecektir. ’İdeal Toplum’un ileri aşamalarında orduya, polise ve adliyeye bile ihtiyacı kalmayacak; devlet ise sadece hizmet etmek amacıyla varlığını sürdüren ’Teknik Devlet’ olacaktır” açıklamasında bulundu.
Doç. Dr. Ahmet Yıldızhan, “Öğretimiz’deki ’Düşüncenin Gücü’ (The Power of Thought) isimli bölümde düşüncenin çok güçlü bir enerji olduğunu vurgulayarak şöyle demiştik: Her şey önce düşünce boyutunda başlar. Sonra bir istek ve irade ortaya konur. Nihayet eyleme geçilir ve o düşünce gerçeğe dönüşür. Gelecek bu şekilde inşa edilir. Varlık aleminde en hızlı şey düşüncedir. Düşünerek bir anda evrenin ötesine, ’Sonsuz Ötesi’ne bile gidebilirsiniz. Düşünerek problemleri çözebilirsiniz. Düşünerek geleceği inşa edebilirsiniz. Madem ki düşünerek geleceği inşa edebiliyorsunuz, öyleyse nasıl bir gelecek arzu ediyorsanız, önceden o şekilde düşünün. ’Öğreti’de tüm bilinçli varlıkları pozitif düşünceli olmaya, hep olumlu düşünmeye ve pozitif kurgular yapmaya davet ediyoruz” dedi.
Doç. Dr. Ahmet Yıldızhan: “Robotlara özgür irade vermek insanlığın sonunu getirebilir”
İSTANBUL, (DHA)- Günümüzde robotların çok geliştiğini ve her geçen gün insanlara sunduğu kolaylıkların arttığını söyleyen Doç. Dr. Ahmet Yıldızhan, bu gelişmenin süreceğini belirtti.
Robotların endüstride güvenli bir şekilde kullanıldığını dile getiren Yıldızhan, “Otomasyon daha da yaygınlaşacak. Her yönden insanı taklit eden, hatta insandan ayırt edilmesi imkansız robotlar yapılacak. Yalnızca mükemmel olarak çalışan ve hareket eden değil, aynı zamanda öğrenen, konuşan, tartışan, şaka ve espri yapan, şiir yazan, çeşitli sanatsal faaliyetlerde bulunan, müzik besteleyen robotlar geliştirilecek” dedi.
Robotlar ve yapay zeka geliştirilirken etik açıdan da olayın düşünülmesi gerektiğini söyleyen Yıldızhan, “Bu noktada “Öğreti”nin tamamı ve özellikle içinde yer alan “Öğreti Ahlakı” yol gösterici olacaktır. Robotlar da ahlaklı olmalıdırlar. Kontrol altında olduktan sonra robotların zekalarının ve yeteneklerinin aşırı derecede gelişmesinde sakınca yoktur. Zeka ve yetenekleri arttıkça hizmet kapasiteleri de artar. Robotlara “Nefsin Şubeleri” diyebileceğimiz insana ait çeşitli duygular da yüklenebilir. Böylece daha ileri bir gelişmişlik düzeyine ulaşabilirler. Yapay zeka ile harikalar yaratabilirler. Ancak robotlar ne kadar gelişirse gelişsinler onlara asla sınırsız ve ucu açık bir özgür irade verilmemelidir. Onlara tercihleri konusunda çok fazla seçenekler sunulabilir, fakat bu iradenin sonu mutlaka insan tarafından belirlenmelidir ve ucu açık olmamalıdır. Nihai tercihler daima insan tarafından bir sonuca bağlanmalıdır” diye konuştu.
“Gelecekte robot yapan robotlar olacak” diyen Yıldızhan sözlerine şöyle devam etti:
“Bu nedenle onlara ucu açık bir özgür irade asla verilmemeli. Böyle bir hata robotların hakimiyetiyle sonuçlanabilir ve insanlığın sonunu getirebilir. İnsanoğlu buna izin vermemeli. Ancak “Öğreti”yi tam olarak içselleştirmiş; seven, veren ve “50 Erdem”in tamamına sahip olan bir robot yapabilirsek, ondan zarar gelmez. “Yıldızhan’ın Evrensel Öğretisi”nde “50 Erdem’in” tanımlanmasıyla, insan ve robotlara aynı anda adil ve objektif biçimde uygulanabilecek evrensel düzeyde bir ahlak kodu kavramı etkin ve sağlıklı bir şekilde ortaya konmuş oluyor. İnsanın içine “Aşkın Bir Güç” tarafından yerleştirilen bu ahlak kodlarının tarafımızdan robotların içine yerleştirilebilmesi mümkündür. İnsanlığın geleceği açısından bu çok önemli. Hep “Adil ve objektif biçimde uygulanabilecek, evrensel çapta bir ahlak kodu kavramı geliştirebilir miyiz?” diye düşünmüşüzdür. Böylece eski bir hayalimiz de gerçeğe dönüşmüş oluyor.”
Doç. Dr. Ahmet Yıldızhan’a göre Terörizme karşı fikir mücadelesi nasıl yapılmalıdır?
Yirmibirinci yüzyılın ilk çeyreğini yaşadığımız şu zaman diliminde terörizm tüm dünyada saldırılarını acımasızca sürdürüyor ve maalesef çok canlar alıyor. Her türlü şiddet insanlığı ciddi şekilde tehdit ediyor. Terör insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur ve kabul edilemez. Dünyanın neresinde olursa olsun, kime karşı yapılırsa yapılsın terör eylemi aslında bütün insanlığa karşı yapılmıştır ve herkesin canını acıtmaktadır. Terör örgütleri ile mücadele dünyanın önemli bir gündemidir. Terörizmi ve terör örgütlerini ağır şekilde kınamak, sadece tehdit etmek maalesef yeterli değildir. Önemli olan onlara karşı akla ve sağduyuya dayalı; kapsamlı, ciddi, etkili bir mücadele yürütebilmektir.
Terör örgütlerine karşı sürdürülen bu mücadelede onların ekonomik imkanlarını yok etmek ne kadar önemli ise, insan ve yeni eleman kaynaklarını kurutmak da en az o kadar önemlidir. Terör örgütleri maalesef dünyanın her tarafından eleman devşirmektedirler. Bu kaynak kurutulmadıkça örgütlere karşı kesin bir zafer kazanmak mümkün değildir. İngiltere Başbakanı Theresa May Türkiye ziyaretinde terör örgütlerini yenebilmek için onları fikir planında da yenmek gerektiğini söyledi. Ünlü Terör ve Güvenlik Uzmanı Abdullah Ağar da terör örgütlerini kesin olarak yenilgiye uğratmak için öncelikle onların insan kaynaklarının kurutulması gerektiğine dikkat çekti ve fikir planında yapılacak mücadelenin önemini vurguladı. Terörizme ve terör örgütlerine karşı verilecek fikir mücadelesi akılcı, çağdaş, herkesi kucaklayıcı ve “teröristlere bile umut verecek olgunluk ve güzellikte” olmalıdır. Bu fikir öylesine akılcı, sevgi dolu ve ahlak içerikli olmalıdır ki, bununla tanışan bir kişi değil terör örgütüne girmek, şiddeti aklının ucundan bile geçirmemelidir. İşte ihtiyaç duyulan bu fikir “Evrensel Öğreti”dir. Bu “Öğreti” İslam’ın akılcı, aydınlık, kucaklayıcı, barışçı ve sevecen gerçek yüzünü temsil etmektedir. “Öğreti” ile tanışanlar gerçek İslam’ı tanımaktadırlar. Hem günümüzde hem de önümüzdeki bin yıllarda İslam işte böyle anlaşılmalı ve bu şekilde yorumlanmalıdır.
İslam “barış” dinidir. İsmi bile “barış” kökünden gelir. Çok sade bir dindir. Mensubu olmak kolaydır. İslam’ın şartları fakirler için üç, zenginler için beştir. Fakirler için Kelime-i Şehadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak yeterlidir. Zenginler bunlara ilaveten zekat verirler ve hacca giderler. Kelime-i Şehadet çok önemlidir. Çünkü Allah’ın varlık ve tekliğinin ikrarıdır, Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğunun kabulüdür.
İslam her şeyden önce akıl ve barış dinidir. Kur’an-ı Kerim, haksız yere bir insanı öldürmeyi bütün insanlığı öldürmekle bir tutar. Ancak günümüzde İslam maalesef bazı kesimler tarafından yanlış yorumlanmakta ve bu yüce dine haksızlık edilmektedir. “Öğreti” bu haksızlığa da bir son verecektir. “Öğreti”nin başlangıç bölümünde, aşama yapmaları ve yeni bir çağa geçmeleri için tüm bilinçli varlıklara şöyle sesleniliyor: “Sevin, verin ve erdemli olun kelimeleriyle temellendirdiğimiz ‘Öğreti’ hem günümüzde hem de önümüzdeki bin yıllarda daha mutlu bir dünya, daha yaşanabilir bir evren oluşturabilmemizin formülüdür. Bu formülü tüm insanlık olarak benimsemeli, eğitimde önemle yer vermeli ve genetik kodlarımıza kazımalıyız. ‘İdeal Toplum’ bu şekilde inşa edilecektir.” Ahlak ve adalet çok önemli kavramlardır. Dinsel kökenli ahlakın yanında seküler ahlakın varlığını da kabul ediyoruz. “Ateist bir kişi de dindar birisi kadar ahlaklı ve erdemli olabilir” diyoruz. Herkese anlayışla kucak açıyoruz.
Ayrıca “Öğreti”de “50 Erdem”in tanımlanmasıyla insan ve robotlara aynı anda adil ve objektif biçimde uygulanabilecek “evrensel çapta bir ahlak kodu kavramı” geliştirilmiştir. İnsanlığın selameti ve barışın temini açısından bu konu daima çok önemli bir rol oynayacaktır. Düşmanlara karşı bile adaletli olunmasını tavsiye ediyoruz. Öyleyse terörist de teslim olduğu zaman kendisine adaletli davranılacağını bilecektir. “Kaybedilmiş bir canı kim geri getirebilir?” sorusunu tekrar soruyoruz. Bize göre tek bir tane insan bile yeryüzündeki bütün malın, mülkün ve toprakların tamamından daha değerlidir. Eğitimin gücüne inanıyoruz. Eğitimle iyi olmayacak, kazanılmayacak insan yoktur. Seven, veren ve “50 Erdem”in tamamına sahip olan kişi “İdeal Toplum”un sınırından içeriye adımını atmıştır. Artık o “Evrensel İnsan”dır. “Evrensel İnsan” aklını rehber edinmiştir. Sevecen ve barışçıdır. Her türlü şiddetten uzak durur ve çevresini de barışa teşvik eder. Bu nedenle öyle bir eğitim sistemi tesis etmeliyiz ki, orada terörist değil “Evrensel İnsan” yetişmelidir. Marifet mevcut teröristleri yok etmek değil, onların içerisinden “Evrensel İnsanlar” çıkarabilmektir.
İslamın barışçı ve akılcı söyleminden süzülerek gelen “Evrensel Öğreti” şiddetin, açlığın, sefaletin ve cehaletin en iyi ilacıdır. İnsanlığı sevgiye, özgürlüğe, refaha, barışa, huzura ve mutluluğa götürecektir. Zamanla “Öğreti” geniş halk kitleleri ve devlet aygıtları tarafından benimsendikçe, terörizme zemin hazırlayan sosyoekonomik ve siyasi ortam da kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Karşılıklı uluslar ve halklar barış içinde, dostça, kardeşçe yaşamaya gayret göstereceklerdir. Unutmayın ki barış refah getirir ve bu refahı herkes paylaşabilir. Değerlerin düşüncesizce yitirildiği ve evrensel değerlerin ayaklar altına alındığı bir dünyada “Evrensel Öğreti” önemli bir rehber ve referans noktasıdır. Teröristin bizzat kendisi için bile umut ışığı olan bu “Çok Sade Öğreti” insanlığın ufkunda bir güneş gibi parlamaktadır.
Allah hayırlara vesile kılsın…
Tolstoy’a neden iyi insan dedi?
Rus Büyükelçisi’nin terör örgütü bağlantılı bir kişi tarafından arkadan vurularak öldürülmesi ne kadar yüz kızartıcı ve kabul edilemez bir cinayetse, Rus Devleti’nin Halep’teki sivil halkı uçaklarla bombalayıp genç, ihtiyar, çoluk, çocuk demeden öldürmesi ve böylece onbinlerce masum “insanı” katletmesi de en az o derecede yüz kızartıcı ve kabul edilemez bir cinayettir.
Herhangi bir cinayeti şahıs işleyebileceği gibi; aile, grup, örgüt, gizli örgüt, terör örgütü, devlet, paralel devlet veya derin devlet de işlemiş olabilir. Bu onun bir cinayet olduğu gerçeğini değiştirmez. Cinayet cinayettir. Kesinlikle kabul edilemez.
Hiçbir terör eylemi de onaylanamaz. Ankara, İstanbul, New York, Londra, Moskova, Berlin, Paris, Nice, Pekin, Tokyo, Seul, Roma, Madrid, Oslo, Ottawa, Sao Paulo, Sydney, Atina, Tahran, Tel Aviv, Gazze, Beyrut, Bağdat, Riyad, Kahire, Beslan, Bombay, Kabil, Karaçi, Bali, Cape Town, Casablanca, Gamboru Ngala, Mombasa, Nairobi veya dünyanın başka neresinde olursa olsun, kime karşı yapılırsa yapılsın, kim yaparsa yapsın hiç farketmez. Terör terördür. Asla kabul edilemez.
Devletlerin işlediği “cinayetler” de kabul edilemez. Hatta devlet kavramı ile ”cinayet, işkence, zulüm” gibi kelimelerin yanyana gelmesi bile düşünülemez. Çünkü “Öğreti”ye göre devletler; insanları, çevreyi ve diğer varlıkları koruyup gözetmek, adaleti dağıtmak, refahı sağlamak, mutluluğu kolaylaştırmak ve isteyenlere “ölümsüzlüğün önünü açmakla” görevli teknik aygıtlardır. Oysa cinayet ve işkence birer insanlık suçudur.
Günümüzdeki devletlerin istihbarat servisleri de ayrı birer problemdir. Bunların çoğu sadece kendi ülkelerini korumakla ilgili faaliyetlerle yetinmiyorlar, ilaveten başka ülkelere de giderek oralardaki stabilizasyonu bozuyorlar, savaşlar ve karışıklıklar çıkartıyorlar, cinayetler işliyorlar. Bu tür faaliyetlerin hepsi yüz kızartıcıdır. Bunlar mevcut güçlerini aslında savaşların önlenmesi ve barışın, kardeşliğin temini doğrultusunda kullanmalıdırlar.
Şu anda dünyayı birkaç kez ortadan kaldırabilecek miktarda nükleer silah varken önemli devlet liderlerinin çıkıp halen nükleer füzeler üretmekten söz etmeleri anlaşılabilir gibi değildir. Bu liderlere acıyoruz. Silahlanma için harcanan paraların yarısı açlığı, sefaleti ve cehaleti ortadan kaldırmak için harcansa yeryüzü cennete döner.
Savaşmak ve öldürmek doğru çözüm yolu değildir. Masum insanların üzerine bomba yağdırmak ise hiç değildir. Kesin ve doğru çözüm istiyorsanız siz de “İyi İnsan Tolstoy” gibi sevin, verin ve erdemli olun.
Tolstoy çok büyük bir yazar ve iyi insandı. Geniş boyutlarda düşünebilen kaliteli beyne sahipti. Ömrü hep arayış içinde geçti. Yaşamı boyunca daima sevgiden, barıştan ve kardeşlikten yana tavır koydu. İnsanlara, kendilerine kötü söz söylendiğinde karşılık olarak iyi sözlerle cevap vermeyi tavsiye etti.
İnsan öldürmenin çok kötü bir şey olduğunu vurguladı. “Kötü bir insanı öldürünce kötülüğü de yok ettiğini sanırsın, sonra bir bakarsın ki yok ettiğini sandığın kötülükten daha da kötüsü senin içinde büyüyor” sözü Tolstoy’a aittir.
O büyük insan benim doğumumdan 46 yıl önce maalesef bu dünyayı terk etmişti. Dolayısıyla “Öğreti” ile tanışma şansı hiç olmadı. Ama bundan sonra gelecek olan nesiller çok şanslı. Çünkü Tolstoy gibi bunalıma kadar götüren bir arayışın içinde olmayacaklar. Doğdukları gün böyle bir “Öğreti”yi kucaklarında hazır bulacaklar. Ayrıca böyle bir “Öğreti”yi tanımış olarak büyüyecekleri için, rahata ermiş ve tatmin olmuş zihinleriyle; müreffeh, barışçı, özgür ve mutlu bir dünyayı daha kolay kuracaklar.
Tolstoy cömertti ve hep verdi. Fakirleri koruyup gözetti. Mükemmel insan olmaya çalıştı. Hatta öylesine verdi ki, en sonunda topraklarını dahi köylülere verecekken ailesi karşı çıktığı için bunu başaramadı.
İnsanlar arasında değişik dinlere ve mezheplere mensup Tolstoy gibi öyle kişiler vardır ki Allah onları sever. Allah dileseydi zaten bütün insanları tek din altında toplayabilirdi.
Büyük insan, dev yazar ve üstün şahsiyet Tolstoy’a Allah’tan rahmet diliyorum. Allah; sevenleri, verenleri ve erdemli olanları çok sever…
“Barışçı Tolstoy”dan binlerce yıl önce yaşamış olan Homeros’un yazdığı büyük eser İlyada, aslında bir savaş destanıdır. Buna rağmen eserin birçok yerinde savaş ve savaşçılar kötü sözlerle anılmaktadır. “Hep kavga dövüş, savaş işin gücün” denilerek savaşı seven kişiler horlanmaktadır.
Görüyoruz ki, binyıllar ötesinden akıp gelen ünlü bir savaş destanında bile savaş yerilmekte ve çok kötü olduğu vurgulanmaktadır. İnsanlığın ortak bilinci ve sağduyusu binlerce yıl önce de savaşın kötü olduğu gerçeğini haykırmaktadır.
Homeros savaşı tanımlarken kötü, uğursuz, öldürücü, korkunç ve gözyaşı döktüren gibi nitelemelerde bulunmaktadır. Savaşan askerler bile savaşı bu sıfatlarla anmaktadırlar. Bir savaş destanında savaşın bu şekilde kötülenmesi ayrıca önem taşır.
İnsanlar tarih boyunca savaşlar yaparken, yakıp yıkarken, cenk ederken ve kan dökerken aslında bilinç altlarında hep barışa özlem duymuşlardır. Bir savaş destanı olan İlyada’da savaşın kötülenmesi bu nedenle şaşırtıcı değildir.
İnsanlık tarihi göstermiştir ki, koskoca savaşları başlatmak için küçük bir kıvılcım yetmektedir. Ancak sonrasında barışı yakalamanın bedeli çok ağır olmaktadır. Kaybedilmiş bir canı kim geri getirebilir? Tek bir tane “insan” bile yeryüzündeki bütün malın, mülkün, holdinglerin, petrolün, madenlerin, mücevherlerin ve toprakların tamamından daha değerlidir. Bu nedenle en iyisi savaşı hiç başlatmamaktır.
Günlük mücadele ve koşuşturmalar içerisinde siz farketmeseniz de, uzun vadede insanlık yavaş bir şekilde tekamül etmekte, iyiye doğru gitmektedir. Gelinen aşamada devletleri yönetenlerin söylemleri birbirlerine karşı çok sert ve kırıcı olsa bile; karşılıklı uluslar ve halklar barış içinde, dostça, kardeşçe yaşamaya gayret göstermelidirler. Geleceğin “İdeal Toplum”unda zaten bu tür problemler çok gerilerde kalacak ve insanlar barış, refah, özgürlük içinde adeta yeryüzünde cenneti yaşayacaklardır.
O aşamada, “Öğreti”nin aydınlattığı yolda çok mesafeler katetmiş durumdaki insanoğlu bilimin rehberliğinde “Ölümsüzlük Merkezleri” kuracaktır. Böylece her nefis ölümü tadarken, bazı nefisler ölümü milyarlarca yıl sonra tadabilecektir. Yeter ki insanlar akıllı olmayı bilsinler, barış içinde yaşasınlar.
Ne mutlu hep barışın peşinde koşanlara…
Kılıçlara karşı kalemleri ve çiçekleri öne sürerek daima barışı savunanlara…
Selam olsun onlara…
Ahlaksız bir toplum neden yaşayamaz?
Ahlak kişilerin ve toplumların uymak zorunda oldukları iyilik, güzellik ve doğruluk içeren davranış biçimleri ve kurallarıdır. Ahlaklı olmak kişinin yaratılışında vardır. Bununla birlikte iyi ve güzel huylar hem toplum içinde yaşayarak hem de eğitimle kazanılabilir ve de geliştirilebilir.
Ahlak öylesine önemlidir ki, tarih boyunca toplumlara gönderilen peygamberlerin birinci görevi insanları imana çağırmak ve onlara ahlak kurallarını vaaz etmek olmuştur.
Erdem, ahlakın övdüğü niteliklerin genel adıdır. “Öğreti”de bulunan “50 Erdem”in tamamına yakını aynı zamanda ahlakla da ilgilidir. Ahlakla ilgili olanların toplamına doğrudan “Öğreti Ahlakı” adını verebiliriz. Bir kişi “50 Erdem”in tamamına sahipse aynı zamanda ahlaklı bir kişi demektir. Yani “Öğreti”deki erdemlerin tamamına sahip olması o kişinin aynı zamanda ahlaklı olmasını da garanti eder. Böylece “50 Erdem” ahlaklı olmayı kapsadığı gibi, ilaveten “cesur olmak” , “sabırlı olmak” gibi erdemleri de içerir. Bu nedenle “50 Erdem”in tamamına sahip bireylerden oluşan “İdeal Toplum” hem bütünüyle ahlaklı hem de fazladan bir takım erdemlere sahip şahane bir toplumdur.
Bir kişinin veya toplumun “Öğreti Ahlakı”na sahip olması çok önemlidir. Çünkü bu tam olarak tanımlanmış, aklın süzgecinden geçirilerek sınırları çizilmiş, “Çoklu Erdem” içeren bir ahlaktır. Kişi akılcı ve kapsamlı bir ahlaki değerler sistemine bağlanırsa ayakları yere daha sağlam basar, ahlaklı ve itibarlı bir yaşam sürer. Ayrıca mutluluğu da daha kolay yakalar.
Bu ahlak, yapay zeka alanında ve robot teknolojisinde de kullanılabilir. Sadece insanların değil robotların da etik değerlere sahip olmalarında sayısız faydalar vardır. Bu bağlamda “Öğreti Ahlakı” robotlar açısından da çok önemlidir. Robotlar “50 Erdem”in tamamına sahip olurlarsa çok daha risksiz, emniyetli, huzurlu ve barışçı bir dünya kurulmuş olur.
Ahlaksız bir toplumun yaşaması ve varlığını sürdürmesi mümkün değildir. İnsanoğlunun ve diğer varlıkların kurtuluşu ancak ahlaklı toplumlar inşa ederek olacaktır.
Evrenin değişik yerlerinde bulunan farklı varlıkların farklı değerleri ve değer yargıları olabilir. Ancak onlar da kendi anlayışları içinde sevmeli, vermeli ve erdemli olmalıdırlar. Çünkü ahlaksız bir toplum yaşayamaz.
Aşkın bir güce inanmak ve bir gün gelip bu gücün karşısında hesap verileceğine iman etmek ahlakın temelini sağlamlaştırır. Ancak “sekülerahlak”ın varlığı da bir gerçektir. Çünkü ahlak, vicdan ve adalet duygusu insanın içinde doğuştan mevcuttur. Akıl da bizzat ahlaklı yaşamayı vaaz eder. Akıllı insan erdemlidir ve erdemli yaşamanın hem kendisi hem de toplum için daha yararlı olduğunu bilir. Yani kişisel ve toplumsal menfaat de ahlaklı yaşamayı gerektirir.
Ahlaklı kişi ve toplumların Allah’ı bulmaları, O’na yaklaşmaları daha kolay olur. Ahlaklı bir yaşam tarzını benimseyenler bilgeliğe de daha kolay ulaşırlar. Bilgelerse Allah’ın seçilmiş, şanslı kullarıdırlar. Onlar huzur içinde yaşarlar.
Bir insan ne kadar akıllı ise o kadar da erdemli ve ahlaklıdır. Platon, Sokrates’i tanımlarken “O, tanıdığımız insanların en iyisi, en adaletlisi ve en bilgesiydi” diyor. Öyleyse, sahip olduğu bu erdemleri göz önünde bulundurarak Sokrates’in tarihteki en akıllı kişilerden birisi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ahlaklı kişi ve toplumlar övülmeli, takdir edilmeli ve daima hayırla anılmalıdırlar. Allah ahlaklı kişileri, toplumları çok sever ve yüceltir.
Ya Rabbi! Sen ahlaklı kişi ve toplumları daima aziz kıl…
Düşünen ve eylemde bulunan bir varlık olarak insanın hem bireysel hem de sosyal yaşam içindeki eylemleri belirli ilkelere ve kurallara dayanmalıdır. Bu kurallardan kaynaklanan davranış biçimleri kişileri ve toplumları iyiye, güzele, doğruya, huzura, mutluluğa götürmeyi hedeflemelidir.
Napolyon “para, para, para” derken biz senelerdir “eğitim, eğitim, eğitim” demiştik. Şimdi buna ilaveten “ahlak, ahlak, ahlak” diyoruz.
Siz çok iyi bir doktor, mühendis, avukat, öğretmen, sanatçı, bilim insanı, iş insanı, memur, işçi veya başka herhangi bir meslek sahibi olabilirsiniz. Ama mesleğinizde çok iyi olmadan önce birinci planda ahlaklı kişi olmalısınız. Ahlaksız olduktan sonra allame olsanız ne fark eder. Ayrıca dindar veya dinsiz olmadan önce de ahlaklı olmak gerekir.
Karşınızdaki kişi çok büyük bir yazar veya sanatçı, meşhur devlet veya bilim insanı, milyarlar tutarında nakit parası ve holdingleri bulunan bir iş insanı olabilir. Böyle birisi eğer ahlaklı değilse o insana fazla değer vermeyin.
İş hayatında da ahlak çok önemlidir. Ahlaklı kişi kariyerinde daha kolay ilerler. Ahlaksız kişinin başarıları ise geçici ve anlamsızdır. İnsan hangi meslek grubu içerisinde bulunursa bulunsun işini daima ahlaklı bir şekilde yapmalıdır.
İş yerinize bir eleman alırken adayların ehliyet ve yetenekleri birbirlerine yakınsa, daha ahlaklı olan tercih edilmelidir.
Dünyada senelerce süren savaşlar vardır. Barış yapmak üzere bir masanın etrafına toplandığınızda eğer yeterince ahlaklı ve erdemli değilseniz, kalıcı bir barış sağlayamaz, sonuç alamazsınız.
Bir gün şöyle, bir gün böyle konuşan politikacılardan hayır gelmez. Zaten onlardan iyi devlet insanı da olmaz.
Devleti yönetecek kişilerin ahlaklı, erdemli ve ehliyetli olmaları çok önemlidir. Çünkü verilecek bir yanlış karar milyonlarca, milyarlarca kişinin canını, malını ve hayat kalitesini olumsuz yönde etkileyebilir. Bu nedenle devlet yönetimine getirilecek kişiler mutlaka ahlaklı olmalıdırlar. Hele Devlet Başkanlığı Makamı’na seçilecek kişi o ülkenin en ahlaklı ve erdemli kişilerinden birisi olmalıdır. Ülke ve dünya siyaseti, seçimler bu esasa göre kurgulanmalıdır. Politika yapacak kişilerin tamamı çok ahlaklı ve erdemli olmalıdır.
Birkaç gün sonra ülkemizde yönetim sisteminin belirlenmesi için bir referandum yapılacak. Bu yazıyı referandum öncesi yazıyorum. İnsanların bunun için birbirlerinin kalplerini kırdıklarını gördükçe üzülüyorum. Halbuki “Başkanlık Sistemi” veya “Parlamenter Sistem” olmuş ne fark eder? Önemli olan insan faktörüdür, insan kalitesidir. Sistemler elbette önemlidir. Ancak ondan da önemlisi kişiye ait faktörlerdir. İnsana ait faktörler sistemden önce gelir. Siz ülkenize dünyanın en iyi yönetim şeklini de getirseniz, devletin başına seçeceğiniz kişi yeterince ahlaklı ve erdemli değilse problem çıkar. Bu nedenle öncelikle eğitim sistemine önem verip ahlaklı, erdemli ve vasıflı insanlar yetiştirmelisiniz.
İnsanlığın geldiği aşamada halen en iyi yönetim şekli demokrasidir. Demokrasi evrensel değerlerdendir. Ona sahip çıkılmalıdır ve geliştirilmelidir. Unutmayın ki demokrasinin bir bacağı seçimle gelip seçimle gitmekse, diğer bacağı da temel hak ve özgürlüklerdir, evrensel değerlerdir. Ancak insana ait faktörler yönetim sisteminden daha önemlidir. Seçeceğiniz kişi yeterince ahlaklı ve erdemli değilse, sizin çok iyi sisteminiz ancak o kişinin yolsuzluklarını azaltır, hiçbir zaman sıfırlayamaz. Ancak eğitime önem verir, ahlaklı ve erdemli bireyler yetiştirirseniz, yolsuzluk olmaz. Sisteminizin öngörülemeyen zaafları da yeri geldiğinde erdemli yöneticiler tarafından, kendiliğinden, adil bir şekilde kapatılır. Hissetmezsiniz bile. Şunu hiçbir zaman unutmayın; “işin içinde insan olduğu müddetçe” kişiye ait faktörler çok önemlidir ve sistemden önce gelir. Öyleyse sisteme ahlaklı insanlar yetiştirmek için eğitime çok ama çok önem verilmelidir.
Hz. Muhammed “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyor. Peygamberlerin tamamı ahlaklıdır. Allah Dostları hep ahlak sahibidirler. Büyük filozoflar ahlak konusuna önem vermişlerdir. İçinde yaşadığı toplumu ve özellikle gençleri uyaran, onlara nasihatlerde bulunan, bu uğurda canını vermekten bile çekinmeyen Sokrates gelmiş geçmiş en ahlaklı kişilerden birisidir. Aristo da mutluluğa giden yolda erdemli düşüncelerin ve erdemli davranışların önemini vurgulamıştır. Kant’ın ahlak felsefesi zaten meşhurdur.
Ahlak bir toplumu ayakta tutan temel direklerdendir. Bunu bilen filozoflar binlerce yıldır ahlak konusu üzerinde fikir yürütmüşler, iyi ve kötüyü tanımlamaya çalışmışlardır. Ahlak ve erdemin ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini çok tartışmışlardır. “Öğreti”de bulunan “50 Erdem”in ve “iyi, kötü, nötr” durumların tanımlanmasıyla bu tartışmalar artık sona erecektir. Ahlak konusunda evrensel bir norm ortaya çıkacaktır. Böylece binlerce yıllık rüya gerçeğe dönüşecektir. Ayrıca Schiller’in; Kant’ın ahlak yasasını sertlikle, despotlukla bizim biraz ağır bulduğumuz tarzda suçlaması da bir bakıma hafifletilmiş, uzlaşıya gidilmiş olacaktır.”50 Erdem” içerisinde bulunan “Hoşgörülü olmak”, “Orta yolu benimsemiş ve ılımlı olmak”, “Hor görmemek ve ayıplamamak” gibi erdemler bu konuda bizlere yol gösterecektir.
Kant’a göre ahlaklı olmak evrensel bir görevdir ve ahlak kurallarına “her şart altında” uyulmalıdır. O’na göre bu, bireyin bizzat kendi hür iradesi ile, hiçbir çıkar gözetmeksizin, kendi vicdanı doğrultusunda kendisine verdiği bir emir ile gerçekleşmelidir. Ayrıca o kişinin ahlaklı davranışının temelindeki ilke, tüm insanlar için geçerli bir yasa olabilmelidir. Kant şu anda aramızda yok, istirahate çekildiği yerde rahat uyusun… “Öğreti”de; “50 Erdem” ve “iyi, kötü, nötr” durumların tanımlanmasıyla artık hem günümüzün hem de önümüzdeki bin yılların evrensel ahlak normları ortaya konmuş olmaktadır. Binlerce yıldır süren arayış sona erecektir. Ayrıca bu “50 Erdem” ile “iyi, kötü, nötr” durumların birlikte tanımlanması, yapay zeka ve robot teknolojileri alanında kullanılabilecek ahlak kodlarını, normlarını da oluşturacaktır.
Platon binlerce yıl önce iyilik ve güzelliğin kişinin kendi içinde, ruhunun derinliklerinde zaten hazır bulunduğunu belirtmiştir. Öyleyse kişinin kendi içine doğru yolculuk yaparak Allah tarafından özüne yerleştirilen iyiyi, güzeli ve doğruyu açığa çıkartması; ahlaklı olması gerekir. Ancak ahlak kurallarının topluma yerleştirilmesi ve yaygınlaştırılması konusunda eğitimin önemi de iyi anlaşılmalıdır.
“Öğreti” aslında ahlak temelli bir öğretidir. Ahlak öğretisidir. “50 Erdem” çok önemli olup, bu erdemlerin tamamına yakını ahlak ile ilgilidir. “Öğreti”ye göre ahlaklı bir kişi sadece kendi çıkarlarını ve mutluluğunu düşünerek değil, kendisi dışındaki diğer varlıkların mutluluğunu da hesaba katarak hareket etmelidir. Ayrıca “Öğreti”de akıl çok önemlidir ve akıllı kişilerin aynı zamanda ahlaklı olmaları beklenir. Akıllı ve ahlaklı bir kişi ise toplumun çıkarlarını asla göz ardı etmez.
İnsan kendini ruhen huzurlu, özgür ve ahlaklı hissederse mutluluğu daha kolay yakalar. Erdemler kişiyi mutluluğa doğru götürürler.
Ahlaklı insanlar hem bu dünyada hem de ahirette daha avantajlı konumdadırlar. Ahlaklı ve erdemli kişiler Allah’a yaklaşan, O’na doğru koşan kişilerdir. Ahlaklı ve bilge insanın Allah Dostu olması daha kolaydır.
Daima ahlaklı olun ve seçimlerinizi ahlaklı yapın. Yönetim kademelerine hep ahlaklı ve erdemli insanları seçin.
Hangi yönetim sistemini tercih ederseniz edin, ne iş yaparsanız yapın, önce ahlaklı olun…
Not: “Evrensel Öğreti” (THE TEACHING OF YILDIZHAN)’ ın diğer bölümlerine önümüzdeki zaman diliminde devam edilecektir.